11 Ocak 2015 Pazar

İsim; Şehir, Hayvan… Bölüm 1 : Özgürlük Tower


 ‘Ölünceye dek köle olarak yaşanır mı?’ diye bağırarak bilet satan şoföre son paramı vererek şehre gitmeye, kölelikten kurtulmaya karar verdim. Köle miydim hatırlamıyorum fakat doğduğum topraklarda güneş bile doğarken korkarak doğar, batıncaya korkudan en sert halini takınırdı.

Ölünceye dek köle olarak yaşanır mı?

Bakınız: Spartacus MÖ:73-71

Şayet içinde bulunduğunuz otobüsün camından baktığınızda eli bastonlu yaşlıların, emekleyen çocukların sizi solladığını görüyorsanız, yolculuğunuz özgürlüğedir.
            
        İnsan üzüm yemekten, üzümün üzüm olmakta, rüzgârın üzüme çarpmaktan korktuğu bu topraklardan kurtulup özgürlüğe kavuşmak için bindiğimiz otobüste ilk öğrendiğim, özgürlüğün bedeli oldu, özgürlük kıymetliymiş, yoksa bu otobüs böyle kaplumbağa hızında yol almazdı.

Otobüsün hızından, özgürlüğe varacak olmamızdan dolayı hiçbir yolcu şikayet etmiyordu, bende şikayet etmiyordum. Gerçi doğduğumuz topraklarda şoföre ‘hızlan’ diyecek cesarette insan doğmuyordu. Şoför sürekli şehirle ilgili hikayeler anlatıyor sürekli tavsiyeler veriyordu; çalışırsan taşı toprağı altınmış, kızlar teklif ediyormuş…

Şoför konuştukça keyifleniyor sigara üstüne sigara yakıyorduk, aslında pek hatırlamadığım bir geçmişimiz daha vardı şehirle ve hatırladığım tek şey hayatımda hiç olmadığım kadar köle olduğumdu oysa şimdi özgür olacağıma ikna olmuştum. Hatta doğduğum topraklara, mezara giresice korkuya ne çok heba etmişim ömrümden diye öfkeleniyordum…

*

Yıllar sonra şehre vardığımızda şoför, yedi tepeden oluşan bu koca şehirde herkesi bir tepeye serpiştirdi ve beni de ‘tepe bile denmez’ gökyüzünün kapkara olduğu, toprak yerine beton olan bir yere fidelemiş ceketinin iç cebinden çıkardığı paralarını saya saya gözden kaybolmuştu. Muhakkak bir hata vardı, açıkça belliydi burada özgürlük yoktu. Şoförün ardından bağıracak cesaretim olsaydı ‘ah keşke’ belki bu hatayı düzeltebilirdi.

Yok, yok ne ben burada kök salabilirdim nede özgürlük buraya uğrardı.

Şoförün gözden kaybolduğu yola, hatasını anlar ve geri döner umuduyla aylarca baktım.

Gel zaman, git zaman…

Sizlerin bu hikayeyi okurken kaybettiğiniz zamanın anlamsızlığı fark ettiğiniz gibi bende şöforun geri gelmesini beklemenin anlamsızlığını farkettim. Şayet şoför dönse bile ağzımı açıp itiraz edecek cesarete sahip değildim. Velev ki hata yaptığını anlarsa nasıl olsa beni bulacak diye beklemekten vazgeçtim.

İnsanlarla aram iyi olmadığı için, tamam tamam, korktuğum için, toprağı koklamak için betonu tırmalayıp tırnağını kıran kediyle, koparılmış kuyruğunu arayan köpekle yârenlik ettim. Güzel dostluklardı.

*

Günün birinde, birileri çıkıp geldi ve özgürlük olarak vadedilen ‘topraklara’  gökdelen dikmeye karar verdi, inanması güç ama birileri özgürlüğünüzün üzerine gökdelen dikebilir, adını da özgürlük koyabilirmiş bu şehirde…

Buraya kadar olanlara bir mantık bulunabilir, olayın mantıktan ırak kısmı, gökdelen inşaatında çalışmam. Hiç itiraz ettiğimi hatırlamıyorum, gerçi itiraz etmek aklıma bile gelmemişti. Neyse ki, dünyamın ne kadar küçük olduğunu anlamışlar ki, dünyam kadar küçük bir kulube tahsis ettiler bana. İşim kolaydı, gündüzleri ‘Özgürlük Tower’ için çalışan ejderhaların ağızlarından çıkan ateşlerde saklı cümleleri bulup yerine getirmek, geceleri de toprak koklamaya çıkan kedileri, koparılmış kuyruğunu arayan köpekleri inşaat alanından uzak tutmaktı.

Ölünceye dek köle olarak yaşanır mı? diyen şöforun yol boyunca anlattığı hikayelerin herhangi birinden daha kısa sürede devasa gökdeleni bitirmişti ejderhalar. Özgürlük işini şu ejderhalar üstlense birkaç ayda herkese yetecek kadar özgürlüğümüz olacaktı.

*

Özgürlük Tower öyle ihtişamlı deliyordu ki göğü, önünde diz çöküp ibadet etmemek için kendinizi zor tutarsınız. Yerden 13 metre yüksekliği olan kabe’ye bir buçuk milyar insan diz çöküyorsa, yerden 222 metre yüksekliğe sahip Özgürlük Tower’a tüm kozmos diz çökmeliydi.

Evet, kutsal insanların, kutsal hayatlarını ancak böyle kutsal bir mekanda yaşamaları kabul görülürdü.

Size bu kutsal insanları özetlemem gerekirse, güzel işleri olan, iyi kazançları olan, büyük arabaları olan (bu insanlar için araba satın alırken önemli olan şu, en büyük arabayı en küçük beyni olan alır), konsere gitmek için harcadığı parayı bilimsel çalışmalara aktarmış gibi hisseden, konusunu bir gram umursamadığı halde konferanslara giden, kedi köpeği pis vicdanlarını aklamak için besleyen, kıç kadar mekanlarda kıç kadar beyinleriyle bok kokulu sohbetler eden, ahkam kesen, sadece aldıkları alkolun etkisiyle kahkaha atan, gece rahat uyuyan insanlardır.

Bu kutsal insanları bizden gelebilecek kötülüklerden korumak için erişemediğimiz yerlere koymalarının nedenini şimdi anlamışsınızdır.

Bu kutsal mekanda kendime bir iş bulmama şaşırmazsınız herhalde. Sadece iş bulmam mı özgürlüğü unutmuş; ev aldığım, araba aldığım, 45000 ekran televizyon aldığım hayallerime kavuşmama da şaşırmazsınız herhalde. Hem zaten bunların olmadığı bir özgürlük neye yarardı? Sana yarar mı?

Yıllarca bu kutsal mekanın sakinlerine hizmet ettim, ev, araba veya hayalini kurduğum hiçbir şeye sahip olamadım. Şimdi kutsal insanlar sayesinde emekli olmayı hakkettim ve doğduğum topraklarda ölümü beklemek için yola çıkıyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder