‘Ölünceye
dek köle olarak yaşanır mı?’ diye bağırarak bilet satan şoföre son paramı
vererek şehre gitmeye, kölelikten kurtulmaya karar verdim. Köle miydim
hatırlamıyorum fakat doğduğum topraklarda güneş bile doğarken korkarak doğar,
batıncaya korkudan en sert halini takınırdı.
Ölünceye dek köle olarak yaşanır mı?
Bakınız:
Spartacus MÖ:73-71
Şayet içinde bulunduğunuz otobüsün
camından baktığınızda eli bastonlu yaşlıların, emekleyen çocukların sizi
solladığını görüyorsanız, yolculuğunuz özgürlüğedir.
İnsan üzüm yemekten, üzümün üzüm olmakta, rüzgârın üzüme
çarpmaktan korktuğu bu topraklardan kurtulup özgürlüğe kavuşmak için bindiğimiz
otobüste ilk öğrendiğim, özgürlüğün bedeli oldu, özgürlük kıymetliymiş, yoksa
bu otobüs böyle kaplumbağa hızında yol almazdı.
Otobüsün
hızından, özgürlüğe varacak olmamızdan dolayı hiçbir yolcu şikayet etmiyordu,
bende şikayet etmiyordum. Gerçi doğduğumuz topraklarda şoföre ‘hızlan’ diyecek
cesarette insan doğmuyordu. Şoför sürekli şehirle ilgili hikayeler anlatıyor
sürekli tavsiyeler veriyordu; çalışırsan taşı toprağı altınmış, kızlar teklif
ediyormuş…
Şoför
konuştukça keyifleniyor sigara üstüne sigara yakıyorduk, aslında pek
hatırlamadığım bir geçmişimiz daha vardı şehirle ve hatırladığım tek şey
hayatımda hiç olmadığım kadar köle olduğumdu oysa şimdi özgür olacağıma ikna
olmuştum. Hatta doğduğum topraklara, mezara giresice korkuya ne çok heba
etmişim ömrümden diye öfkeleniyordum…
*
Yıllar
sonra şehre vardığımızda şoför, yedi tepeden oluşan bu koca şehirde herkesi bir
tepeye serpiştirdi ve beni de ‘tepe bile denmez’ gökyüzünün kapkara olduğu, toprak
yerine beton olan bir yere fidelemiş ceketinin iç cebinden çıkardığı paralarını
saya saya gözden kaybolmuştu. Muhakkak bir hata vardı, açıkça belliydi burada
özgürlük yoktu. Şoförün ardından bağıracak cesaretim olsaydı ‘ah keşke’ belki bu hatayı
düzeltebilirdi.
Yok,
yok ne ben burada kök salabilirdim nede özgürlük buraya uğrardı.
Şoförün
gözden kaybolduğu yola, hatasını anlar ve geri döner umuduyla aylarca baktım.
Gel
zaman, git zaman…
Sizlerin
bu hikayeyi okurken kaybettiğiniz zamanın anlamsızlığı fark ettiğiniz gibi
bende şöforun geri gelmesini beklemenin anlamsızlığını farkettim. Şayet şoför
dönse bile ağzımı açıp itiraz edecek cesarete sahip değildim. Velev ki hata
yaptığını anlarsa nasıl olsa beni bulacak diye beklemekten vazgeçtim.
İnsanlarla
aram iyi olmadığı için, tamam tamam, korktuğum için, toprağı koklamak için
betonu tırmalayıp tırnağını kıran kediyle, koparılmış kuyruğunu arayan köpekle yârenlik ettim. Güzel dostluklardı.
*
Günün
birinde, birileri çıkıp geldi ve özgürlük olarak vadedilen ‘topraklara’ gökdelen dikmeye karar verdi, inanması güç
ama birileri özgürlüğünüzün üzerine gökdelen dikebilir, adını da özgürlük koyabilirmiş bu şehirde…
Buraya
kadar olanlara bir mantık bulunabilir, olayın mantıktan ırak kısmı, gökdelen inşaatında çalışmam. Hiç itiraz
ettiğimi hatırlamıyorum, gerçi itiraz etmek aklıma bile gelmemişti. Neyse ki,
dünyamın ne kadar küçük olduğunu anlamışlar ki, dünyam kadar küçük bir kulube
tahsis ettiler bana. İşim kolaydı, gündüzleri ‘Özgürlük Tower’ için çalışan
ejderhaların ağızlarından çıkan ateşlerde saklı cümleleri bulup yerine getirmek,
geceleri de toprak koklamaya çıkan kedileri, koparılmış kuyruğunu arayan köpekleri inşaat
alanından uzak tutmaktı.
Ölünceye dek köle olarak yaşanır mı? diyen
şöforun yol boyunca anlattığı hikayelerin herhangi birinden daha kısa sürede
devasa gökdeleni bitirmişti ejderhalar. Özgürlük işini şu ejderhalar üstlense birkaç
ayda herkese yetecek kadar özgürlüğümüz olacaktı.
*
Özgürlük
Tower öyle ihtişamlı deliyordu ki göğü, önünde diz çöküp ibadet etmemek için
kendinizi zor tutarsınız. Yerden 13 metre yüksekliği olan kabe’ye bir buçuk
milyar insan diz çöküyorsa, yerden 222 metre yüksekliğe sahip Özgürlük Tower’a tüm
kozmos diz çökmeliydi.
Evet,
kutsal insanların, kutsal hayatlarını ancak böyle kutsal bir mekanda yaşamaları
kabul görülürdü.
Size
bu kutsal insanları özetlemem gerekirse, güzel işleri olan, iyi kazançları
olan, büyük arabaları olan (bu insanlar için araba satın alırken önemli olan
şu, en büyük arabayı en küçük beyni olan alır), konsere gitmek için harcadığı
parayı bilimsel çalışmalara aktarmış gibi hisseden, konusunu bir gram umursamadığı
halde konferanslara giden, kedi köpeği pis vicdanlarını aklamak için besleyen, kıç
kadar mekanlarda kıç kadar beyinleriyle bok kokulu sohbetler eden, ahkam kesen,
sadece aldıkları alkolun etkisiyle kahkaha atan, gece rahat uyuyan insanlardır.
Bu
kutsal insanları bizden gelebilecek kötülüklerden korumak için erişemediğimiz
yerlere koymalarının nedenini şimdi anlamışsınızdır.
Bu
kutsal mekanda kendime bir iş bulmama şaşırmazsınız herhalde. Sadece iş bulmam
mı özgürlüğü unutmuş; ev aldığım, araba aldığım, 45000 ekran televizyon aldığım
hayallerime kavuşmama da şaşırmazsınız herhalde. Hem zaten bunların olmadığı
bir özgürlük neye yarardı? Sana yarar mı?
Yıllarca
bu kutsal mekanın sakinlerine hizmet ettim, ev, araba veya hayalini kurduğum hiçbir
şeye sahip olamadım. Şimdi kutsal insanlar sayesinde emekli olmayı hakkettim ve
doğduğum topraklarda ölümü beklemek için yola çıkıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder