5 Ocak 2015 Pazartesi

Doktor

5 Ocak 2015

Biz çatal lastik deriz siz sapan…

Bir doktorla ilk tanışmamı anlatarak başlayacağım söze, doktorla, çatal lastik yapmak için mahalleden arkadaşlarla devlet hastanesi çöplüğünden serum lastiği aramaya giderken bir şakalaşma sonrası sol elim başparmağının kökünden 3 cm kesilmesiyle tanıştık. Muhtemelen çocuk aklımla  çok kan akıyor diye düşünüyordum ama  çok fazla içimin yandığını hatırlıyorum. Arkadaşlarım apar topar beni hastanenin acil servisine götürdüler. O zamanlar sağlık karnesi vardı, yeşil bir defter, pırlantadan değerli. Acil servisteki doktor karnemin olmadığı için tedavi edemeyeceğini söyleyip karnemi getirmemi söyledi, korkudan içeri giremeyen arkadaşlarım kapıda bekliyordu. Onlara eve gidip karnemi getirmelerini söyledim ve annem soracak olursa kötü bir durum olmadığını söyleyin dedim. Sonra içeri girip acil durumlarda müdahale edilen odanın karşısında beklemeye başladım. Hastanede pek kimse yoktu. Yaram çok kan akıyordu, çok fazla içim yanıyordu.

Doktor beni görünce karneni getirdin mi diye sordu, bende doktora, hayır arkadaşlarımın getireceğini söyledim, arkasını döndü birkaç adım attıktan sonra tekrar dönüp elimden akan kanların koridoru kirlettiğini gördü. Elimi dik tutmam gerekiyormuş…

Odasından çıkan doktor beni tekrar gördü artık müdahale etmesi gerektiğini anlayınca acil müdahalelerin yapıldığı odaya götürdü. Yaramı dikmesi gerekiyor. Benim de canım tatlıydı. Ağladığımı hatırlamıyorum lakin ağlama lan diye tokat yediğimi hatırlıyorum. Ağladığımı hatırlamıyorum ama yüzüme gelen tükürüklerin şerefsiz kelimesini bağırırken çıktığını hatırlıyorum.

Doktor işini bitirince 5-6 yaşlarında bir çocuğun bildiği tüm küfürleri içimden ettiğimi hatırlıyorum.

Yaşadığım coğrafyada o yıllarda 5-6 yaşında da olsanız kimlik taşımanız gerekiyordu, çocukluktan başlayan bir yük işte…

Kurtuldum diye kapıya yönelirken karnen gelmeden gitme diye seslendi, sonra gözlerimden kaçacağımı mı anlamıştı bilmiyorum ama kimliğimi istedi. Artık kan akmıyordu ama içim hala çok fazla yanıyordu.

Neyse ki kapıda çok beklemedim, arkadaşlarım annemi peşlerine takıp gelmişlerdi.

Aradan birkaç yıl geçmişti ve okumayı sökmüştüm, zeki olmasam da çalışkan bir öğrenciydim. Aynı sırayı 3 öğrenciyle paylaşırdık ve birinin burnu aksa, ertesi gün diğer 3 öğrencinin de burnu akardı. Peki biri uyuz olmuşsa ?

İlkokul 2. Sınıfta hastane koridorunda tüm sınıf birden kaşınıyorduk ama doktor tek bir çocuğu tedavi ederek tümevarmıştı. Tedavi ise iğrenç kokulu yeşil bir sıvının tüm vücudumuza sürülmesiydi.

O akşam banyoda çırılçıplak annemin ilacı vücuduma sürmesini beklerken, bir daha doktora gitmeyeceğime dair yeminler ediyordum. Uyuzu bulaştıran değil çırılçıplak bir halde annemin karşısında olmama neden olan kişi suçluydu.

Ve yeminimi 25 sene tutup doktora gitmedim…

Diş ağrısında başımı duvarlara vurdum, gitmedim. Araba çarptı, gitmedim. Günlerce yatakta kıvrandım, gitmedim. Gitmedim. Gitmedim.

25 yıl sonra bir doktorla tanıştım, öyle doktor dediğime bakmayın, lisedeki fizik öğretmenin gibi güzel, maliyedeki memur gibi öfkeden bihaber, yaptığı hesabın doğru olduğuna emin olsa dahi tekrar hesaplayan bankacı gibi tutarlıydı. Kıyaslama yapacak olursak bugüne kadar tanıdığım insanlarla beraber biz kesilmeyi bekleyen ceviz ağacıydık, o ise Maraş işi ahşap mücevher sandığıydı.

Bizim içimiz çürümüştü, onunsa içinde mücevherler vardı.

Gel zaman, git zaman…

Elimde alerjiye dayalı küçük sarı noktalar olduğunu gördükten sonra, doktora gitmem gerektiğini söyleyip duruyordu, bense doktora gitmediğimi, gitmeyeceğimi söylesem de ikna edilmiştim. Bir Cuma günü cilt doktoruna beraber gittik. Doktor elimi inceledikten sonra ‘sifilis’ diye teşhis koydu. Ben hastalığın ismini duyunca ‘ooo iyisin abi, hemencecik geçecek hastalığım ben’ gibi anlamıştım ama arkadaşımın ağzı açıktı.

Sifilis veya adı her neyse işte, cinsel yolla bulaşan ve bir aşamadan sonra  sizi tehlikeli sonuçlarla  tanıştırabilecek bir hastalık.

Askerden yeni gelmiştim ve cinsel yollardan değil uçakla dönmüştüm evime. Bu gerçeğe rağmen hayatımın en uzun hafta sonunu yaşamıştım. 25 sene doktora gitmemişseniz ve bir gün doktorun biri size sifilis olmuşsun diyorsa inanırsınız. Hatta sifilis değilseniz bile olursunuz. Uyuyamazsınız. Hafta sonu telefonla Pazartesiye randevu aldığınız özel hastane size saat 10.00 ‘da randevu verirse geç diye kavga edersiniz.

Doğru hatırlıyorsam, egzamaydı sifilis sanılan hastalık ve doktorlara karşı korkumun ne kadar yerinde olduğunu bir daha kanıtlamıştı ikinci teşhis.

Kendi haline bıraktığım sağlık sektörü 25 sene de bir gıdım ilerlememişti.

Ta çocukluğumdan bu güne  doktorlardan korktum, doktorların zulmüne maruz kalan her canlı için üzüldüm. 

Bir yakınım hastalandığında, hastalanmasına mı yoksa doktor eline düştüğüne mi üzüldün diye sorsalar cevap veremem.

*

Toplumda doktorun yerine bakınca hava atıyorum gibi olacak, doktor arkadaşım! ile uzun süre arkadaş olduk, beraber Sülüklühan’da kahve içtik, Erbil kalesi yamacında nargile içtik, Maçka parkında kahvaltı ettik ve daha nicesi. Doktordu ama hiç mesleğinden bahsetmezdi, doktor olmakla suç işlemiş olduğunu düşünürdü diye hissederdim. Zaten 1-2 ağrı kesici ilaç ismi ve bipolar kelimesinden başka öğrendiğim olmadı.

Ona bakınca doktorlara olan düşüncelerimden utanıyordum ama bazen öyle meslektaşlarıyla tanıştırıyordu ki beni inanın, ıslak hortumla dövmek zevk verirdi en şiddetten uzak olanınıza.

İçtiğimizin kahvenin hatırı 40. yılına girdi ve nargileden çıkan duman mı yoksa kara duman mı veya her neyse bir duman üstümüze çöktü… Gülün üstüne çöken sonbahar gibi, karşıdan karşıya geçen kedinin üstüne çöken arabalarınız gibi, doğum esnasında evladının ağlamasını duymayan annenin üstüne çöken neyse bizim de üstümüze çöken oydu…

Koşulsuz ve acımasız…

Bir cumartesi sabahı bu doktor arkadaşım, bu mahalleden, bu şehirden, bu ülkeden taşınıyordu ve ben filmlerindeki gibi yolun karşısında saklanarak kamyona yüklenen eşyalara bakıp düşünüyordum.

Yüklenen sehpanın alt bölmesini kırdığımda bana kahve yapmıştı.

Buzdolabının üstünde ona aldığım çiçeğin ‘İyi ki Varsın’ yazan kartı asılıydı.

Dolabın aynasında en güzele sarıldığımı görmüştüm.


Ve kamyonun ardından gitmişti…

Evde bıraktığı/unuttuğu ne varsa ve bıraktığı/unuttuğu ne düşünüyorsa öyle düşünüyordum. Mutfak dolabının arkasına düştüğü için kamyona bindirilmeyen çay kaşığından farkım yoktu. Tarihi geçtiği için kamyona bindirilmeyen gazete kağıdından farkım yoktu…

Bana göre tüm doktorlar hastalarına kötü davrandığı için, yanlış teşhis koyduğu için, daha çok hasta görüp daha çok kazanmayı hedeflediği için suçludur. Arkadaşım ise yolda yürürken yere tüküren biri görürsem suçludur, dolmuştayken ayakta kalırsam suçludur, krema kahveden önce biterse suçludur, yemeğimden kıl çıkarsa suçludur, faturalarımı ödememişsem suçludur, en çok konuşmaya ihtiyaç duyduğumda susuyorsam suçludur,  ve suçludur her şey için suçludur.

Neden mi?

5 yaşındaki bir çocuk gibi korktuğum doktorlarla beni bir başıma bıraktığı için…

Beni Maraş işi ahşap mücevher sandığı olduğuma ikna edip içi çürümüş ceviz ağacı olarak bırakıp gittiği için…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder