30 Kasım 2015 Pazartesi

Balıkçı

Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
                           Nerdesiniz?
Nazım Hikmet


Fotoğraf : İsmail AYDIN

Alevi Dedesi

Ocakların İmamlarla bağlantısı ve Ocak Sistemi
Ocak, Anadolu halk inançlarında büyük yer tutar. Bunun eski geleneklerle
bağlantılı olduğuna dair birçok araştırmacı görüş belirtmiştir “soy ve sülale
anlamında da kullanılagelmiştir.
Her Dede veya ana ailesi bir ocağa dahildir. Onun temsil ettiği değerlere büyük
kutsallık ve manevi güç atfedilir. Aleviler arasında da ocaklara karşı büyük bir
saygı vardır. Ocaklarla ilgili olağanüstü birçok kerametlerin sözkonusu olduğu
olay (menkıbe) dilden dile aktarılır. Ocak ailelerine mensup olmak bazı özel
ayrıcalıkları da beraberinde getirmiştir.
Genel olarak Alevi-Bektaşi topluluklar cemaat yapılanması bakımından
dergahlar ve ocaklara bağlıdırlar. Toplumsal planda dergah ve ocak disiplini
esastır. Bu organizasyon kutsal temellere dayanmaktadır çünkü bu ocakları
oluşturmuş aileler keramet sahibi ululardan gelmektedir.
Bu ulu kişiler, aynı zamanda İslam Peygamberinin ve Ehlibeytinin soyuna
dayanmaktadır. “Hak-Muhammed-Ali Yolu” olarak adlandırılan ve kutsanan bu
yol, Ehlibeyte dayanan dede aileleri yani “Ocaklar” aracılığıyla yüzyıllardır
süregelmektedir.
Alevi Ocakları, örneğin; Dede Garkın, Sarı Saltuk ve Hıdır Abdal gibi Alevi
geleneğinin evlad-ı resul (seyyid) saydığı ve kutsal kabul ettiği din ulularının
adlarını taşımaktadır. Ocaklar zaman içerisinde, bu kutsal dervişlerin
soylarından gelenlerce kurumsal hale getirilmiş, bu soylardan gelenlere
ocakzade (ocakoğlu) denmiş, dedelik görevinin ocakzade dedeler (seyyidler)
tarafından yerine getirilmesi bir gelenek halini almıştır.
Hem kaynaklar ve hem de sözlü geleneğe göre Dede ocaklarına adlarını veren
şahsiyetlerin bu konumlarını belirleyen üç önemli unsur vardır:
SoyOcak Ulularının bazıları gerçekten soy yoluyla Hz. Ali’ye bağlanmaktadır.
Şecerelere her ne kadar ihtiyatla yaklaşmak gerekse de bunların tümünün
düzmece olduğunu iddia etmek de doğru değildir. Demek ki bazı ocak uluları
gerçekten Hz. Ali soyundan gelen ocakzade bir soya mensupturlar.
KerametYine sözlü geleneğe ve şecerelerde yazılanlara göre bazı ocak
uluları da olağanüstü güçlere sahip olmaları ve keramet göstermeleri
nedeniyle ocak kurucusu olmuşlardır ki bazı Dedeler de onların soylarından
gelmektedirler. Bu kerametler arasında ateşe hükmetme, zehir içme, duvarı
yürütmek gibi kerametler sayılabilir.
HizmetBazı ocak uluları da Hacı Bektaş Veli dergahında yaptıkları hizmetleri
karşılığında Alevileri özellikle inanç ve ibadet konularında eğitmek üzere
görevlendirmişlerdir. Menkıbelere göre Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Seyit
Cemal, Güvenç Abdal gibi bazı ocak ulularını Anadolu’ya Alevi taliplere dedelik
yapmak üzere göndermiştir.
Bu konuda farklı Alevi-Bektaşi grupların mensup oldukları ocak sahipleri;
Dedebabalar, Çelebiler, Ocakzade Dedeler, Babalar ve Dikme Dedeler,
ocakların oluşum zamanı konusunda farklı görüşler ileri sürmektedirler. Bu
görüşleri genel olarak şu şekilde özetlemek olanaklıdır:
• Alevi Ocakları Hacı Bektaş Veli zamanında ortaya çıktı.
• Alevi Ocakları Hacı Bektaş Veli’den önce vardı. Hz. Ali’nin soyundan gelen
ailelerce oluşturuldu.
• Alevi Ocakları Şah İsmail’den sonra ortaya çıktı.
• Anadolu’ya gelen kabilelerin dinsel/siyasal lideri Türkmen babaları
Ocakzade Dede ailelerini oluşturdular.
AĞU İÇEN OCAĞI (KARA DONLU CAN BABA) BABA MANSUR OCAĞI/
CELAL ABBAS OCAĞI/ DERVİŞ CEMAL/ SEYİT CEMAL OCAĞI/ İMAM
MUSA-İ KAZIM OCAĞI/ İMAM ZEYNEL ABİDİN OCAĞI/ KUREYŞAN OCAĞI/
HACI KUREYŞ OCAĞI/ MUNZUR BABA/ HUBYAR SULTAN/ SULTAN
MUNZUR OCAĞI/ PİR SULTAN OCAĞI/ ÜRYAN HIZIR/ SULTAN HIDIR
OCAĞI , gibi Alevi geleneğinin evlad-ı resul (seyyid) saydığı ve kutsal kabul
ettiği din ulularının adlarını taşımaktadır. Ocaklar zaman içerisinde, bu kutsal
dervişlerin soylarından gelenlerce kurumsal hale getirilmiş, bu soylardan
gelenlere ocakzade (ocakoğlu) denmiş, dedelik görevinin ocakzade dedeler
(seyyidler) tarafından yerine getirilmesi bir gelenek halini almıştır.

DEDELİK KURUMU
Alevi Ocaklarında Dedelik Kurumu üçlü bir hiyerarşiye dayanır: 1-Mürşid, 2-Pir,
3-Rehber. Kimi yörelerde bu hiyerarşi Pir ve Mürşid’in yer değiştirmesi
şeklinde uygulanmaktadır.
Yani şu şekildedir: 1-Pir, 2-Mürşid, 3-Rehber Şüphesiz bu üçü de dedesoylu
olan kişi için varolan bu sıralama işlevseldir. Birbirlerini tamamlarlar, biri
olmaksızın diğeri anlamsızlaşır. Tümü de ocakzade olan yani dedesoylu olan
dede aileleri bu görevleri paylaşmışlardır. Görev paylaşımı daha çok aynı ocak
ve yakın akraba Dede aileleri arasında gerçekleşmektedir. Bazı yerlerde bu
hiyerarşik görevlendirmeyi çeşitli Ocaklardan Dedeler toplanarak bir seçim
şeklinde yapıyorlarmış. Bu gelenek Avrupa`da yeniden uygulama olanağı
bulmuştur. Kızılbaş Alevi dedelerini genel olarak üç kategoriye ayırabiliriz:
1-Bağımsız ocakzade dedeler:
Daha çok Erzincan, Malatya, Elazığ, Tunceli, Erzurum yörelerinde bulunan
bağımsız ocakzade dedeler Hacı Bektaş Veli’yi pir ve serçeşme kabul etmekle
birlikte, Hacı Bektaş’ın postunda oturan ve onu temsil ettiğine inanılan
Çelebilerden icazetname (hüccet veya izin) almaksızın taliplerinin hizmetlerini
görürler.
Bu düzende Ocak sistemi ve Dedelik kurumu büyük rollere sahiptir. Kırda
varolan sosyal yapılanma Ocak sistemi ile oldukça uyumlu çalışmış ve zaten
bu yapılanma gereğ i Ocaklar ve onu temsil eden Dedeler oldukça inisiyatif
sahibi, güçlü konumda olmuşlardır. Bu nedenle biz bu Ocakzade dedeleri
bağımsız” olarak nitelendiriyoruz.
2-Hacı Bektaş Çelebilerine bağlı dedeler/babalar:
İkinci grup dedeler ise belli aralıklarla -genellikle yılda bir- Hacı Bektaş Veli
postunda oturan Çelebilerden onay almak ve dergaha parasal veya eşdeğer
bir ödemede bulunmak suretiyle dedelik/babalık hizmetlerini yerine
getirebilirlerdi.
Bu hizmet de genellikle babadan oğula geçmekle birlikte, Ocakzade dedelerde
olduğu gibi Evladı Resul olmak koşulu aranmıyordu. Özellikle Orta Anadolu
bölgesi’nde Amasya, Tokat, Yozgat, Çorum gibi illerde bu tip dede aileleri
bulunmaktadır.
3-Ocakzade dedelerce görevlendirilen dikme dedeler/babalar:
Dikme dedeler/babalar ise Ocakzade dedelerce görevlendirilirler ve tanınmış
bir ocağa mensup değillerdir, ancak ocakzade dedenin yokluğunda taliplerin
hizmetlerini görürler. Bazı bölgelerde dikme dedelere mürebbi de denir.
Dikme dedelik uygulaması da koşulların doğal bir sonucu olarak görülebilir.
Uzakta bulunan taliplerini sık sık ziyaret edemeyen dedeler taliplerin dedelik
hizmetleri yokluğunda da sürsün diye bu çözümü bulmuşlardır. Büyük ölçüde
Ocakzade dedelerle taliplerin arasındaki coğrafi uzaklıktan kaynaklanan bu
uygulama, uzun vadede ocakzade dede-dikme dede ve ocakzade dede-talip
ilişkilerinde zayıflamaya ve kopmaya yol açmış ve sonuçta yeni ocakların
ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bazı bölgelerde, bu dikme dede aileleri zamanla
oldukça etkili bir hale gelmişlerdir.
Kaynak : Ali Yaman, Alevi Ocaklari (Alevi- Bektasi org.)

İNANÇ ÖNDERLERİNİN GELENEKSEL İŞLEVSEL GÖREVLERİ
İnanç önderlerimizin köyden kente göç öncesi geleneksel, başlıca görev ve
vasıfları, aşağıdaki gibi sıralanabilinir:
1. Sosyal ve inaçsal bakımdan, topluma önderlik etme ve davranışlarıyla,
yaşantısıyla örnek olma,
2. Toplumu irşad (aydınlatma) ve bilgilendirme,
3. Toplumda bütünlüğü ve birliği ile dayanışmayı sağlamak,
4. Sosyal ve inançsal hizmetleri (cem, cenaze, evlenme törenleri vb.)
yönetme,
5. Adaleti sağlamak , suçluları düşkün etme,
6. İnancı ve gelenekleri yaşatmak ve aktarmak,
7. Toplumsal ve sosyal sorunları olanların ve hastaların itikaden ikrarlı
oldukları yer

İnanç önderlerimiz toplumumuza sosyal ve inançsal bakımdan önderlik
etmişler ve davranışlarıyla, yaşantılarıyla örnek olmuşlardır.
Dedelerin bu saygınlığı daha önce belirtilen niteliklerinden ve hizmetlerinden
kaynaklanmaktadır. Topluluğun en önemli ve kutsal görülen erkanlarını onlar
yönetir. Toplumu inançsal hizmetlerde yönlendiren kişinin ve yakınlarının
örnek alınmaları da doğaldır.
İnanç önderlerimiz yüzyıllarca toplumumuzu irşad (aydınlatma) ve
bilgilendirme görevini başarıyla yerine getirmişlerdir. Kentlere göç sonrasında,
bu konuda bazı sorunlar baş göstermiştir.
Alevi Dedeleri topluluğa geçmişe ilişkin bilgi vermenin yanı sıra, ahlak ve inanç
esaslarına yönelik öğütler de vermektedir.
Aleviler, Dedelerin buyruklarına titizlikle uyarlardı; uymayanlara çeşitli
yaptırımlar uygulanırdı. Dedeler, “Buyruk”larda yeralan dinsel esasları, Oniki
İmamlar, Kerbela vb. konuları sürekli Alevilere öğretirlerdi. Dedelerin Cemlerde
veya katıldıkları diğer toplantılardaki bilgi düzeyleri ve bu bilgileri verirken
gösterdiği performans, topluluğu etkileyebilmesi onun gördüğü saygıyı ve etkiyi
de artırırdı. Hele Cemlerde bu performansın saz ile birlikteliği yani Dedenin
sazı çalmaktaki mahareti topluluk nezdindeki gücünü ve etkisini artırırdı.
İnanç önderlerimiz toplumda birliği ve dayanışmayı sağlamak gibi çok önemli
bir işlevi de yüzyıllardır yerine getirmişlerdir.
Dedelerin ve Anaların bir diğer rolü de, toplumun iç düzeninin sağlanması ve
sürdürülmesinde yatar. Alevi Dedeleri topluluğa birlik bilincini aşılarlar ve
böylece toplumsal dayanışmayı sürekli sağlamış olurlar. Kişiler, aileler
arasındaki sorunların çözümünde Dedelerin ruhani nüfuzları çok etkili bir güce
sahiptir. Dede gittiği bir yerde, önce oradaki kırgınlıkları ve varolan sorunları
öğrenir. Bunlar Cem sırasında giderilmeye çalışılır, taraflar dinlenir ve
cemaatin de katılımı ile karara bağlanır. Karara uymak, kaçınılmazdır. Ancak
kararın yaptırımı yerine getirildikten sonra, o topluluk içerisindeki eski konuma
kavuşmak olanaklı olabilir. Aksi taktirde o kişi veya aile artık tümüyle dışlanmış
olmaktadır. Yaptırım gücünde varolan sosyal disiplini sağlamaya yönelik bu
önlemler herkesi bu yapıya uygun harekete zorlamaktadır. Bu şekilde çözüme
kavuşturulan birçok olay mevcuttur. Dede, toplumda birliği ve dayanışmayı,
onları zaman zaman denetlemek ve çeşitli yaptırımları uygulamak
suretiyle, sağlamış olmaktadır.
İnanç önderlerimiz sosyal ve dinsel törenleri (cem, cenaze, evlenme törenleri
vb.) yönetmişlerdir. Alevi-Bektaşilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine
dayanır. Cemler geleneksel olarak Cuma akşamı denilen Perşembeyi Cumaya
başlayan akşam yapılırlar.
Ocakzade Dedeler ve Bektaşi Babaları, her yıl düzenli bir şekilde kendilerine
bağlı köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin, Babaların bu ziyaretleri
genellikle, hasat zamanı geçtikten sonra yapılır. Dedelerin ziyaretleri, görgü
sorgu zamanı hasat zamanı bitiminde yani güz mevsiminde başlayıp, ilkbahara
kadar sürerdi.
Muhammed-Ali meydanı ve Ölmeden önce ölünen yer olarak da nitelendirilen
Cem meydanı (Cemevleri), her yönüyle kutsal kılınmıştır.
Ancak Dede’nin konuk olacağı ve Cem yapılacak evin büyük bir odaya sahip
olmasının yanısıra ev sahibi de titizlikle seçilirdi. Bu aile bireylerinin düşkün
olmaması, komşuları ve köylüleriyle sorunlu olmaması, sevilen, sayılan bir aile
olması gerekirdi. Aksi taktirde Dede o evde kalamaz ve Cem yapamazdı.
Alevi Dedelerin ve Anaların bayram, ölüm, evlenme, sünnet gibi törenlerde de
birtakım görevleri bulunmaktaydı. Topluluk için çok önemli olan böyle
zamanlarda dede veya ana mutlaka bulunurdu. Bayram günlerinde,
bayramlaşmalarda dede büyük saygı görür, onun veya bir başka kişinin evinde
toplanılır; Dede bu sohbetlerde o günün Alevi inancındaki önemi üzerine
bilgiler verir, toplulukla söyleşirdi.
Dede, Hakka Yürüme halinde yas yerine gider, akrabalarına başsağlığında
bulunur, dualar eder. Bazı bölgelerde cenazeyi Dede veya vekili yıkar.
Cenazeyi Alevi erkânına göre Dede kaldırırdı.
Dedelerin bir görevi de evlenme zamanlarında görülür. Çoğu zaman nikahları
Dedeler kıyar, nikah onun duasıyla sona ererdi.
Dede sünnet törenlerinde bulunur ve dualar ederdi. Bu sosyal ve dinsel
uygulamalarda Alevi yolunun önderleri sayılan Dedelerin bulunması topluluk
açısından büyük önem taşımaktadır.
Eski dönemlerde belli bölgelerde Cemler gizli gizli yapılmış, devlet
görevlilerinin olası baskınlarına karşı, Cem yapılan yerin kapısı ve köyün belli
yerlerine gözcüler konulmuştur. Bu geleneğin kısmen şehirlere göçtükten
sonra devam ettiği görülmekte.
Adaleti sağlamak, suçluları düşkün etme:
Alevi Dedelerinin yüzyıllardır topluluk içerisinde hukuku sağlama, adalet
dağıtma işlevleri gerçekten ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu işlev, çeşitli
nedenlerle ortaya çıkan düşmanlıkların sona ermesini sağlayarak, toplumsal
huzuru sağlıyordu.
Birbirleriyle konuşmayan, dargın olanlar, Dedenin huzurunda mutlaka
barıştırılır, barışmayanlara çeşitli yaptırımlar uygulanır.
Günümüzde Avrupa`da daha çok Alevi Kültür Merkezleri içindeki
anlaşmazlıklar veya çelişkiler cemlerde dile getirilmektedir.

Fotoğraf : İsmail AYDIN

26 Kasım 2015 Perşembe

Hasankeyf - Eski Köprü

Hasankeyf Kalesi’nin kuzeyinde, Dicle Üzerindeki bu köprü, Ortaçağ’ın en gösterişli ve en büyük köprüsü olarak tanımlanmaktadır. Ancak kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı tespit edilememiştir. K.Ritter bu köprünün 1122’de Emir Fahrettin tarafından yaptırıldığını belirtmiştir. Lehmann-Haupt’a göre Artukoğullarının dördüncü hükümdarı Fahrettin tarafından XII.yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. 

Köprü üzerindeki figürlerden ve taşlardaki işaretlerden Artuklu yapısı olduğu sanılmaktadır. Eyyubiler döneminde, Sultan el-Melik el_Adil 1349’da bu köprünün tamirini istemiştir. Beş ay içerisinde onarılan bu köprü ile ilgili İbn Şeddat bazı bilgiler vermektedir: “ Köprü taştandır. Ancak ortası ahşap bir tavandır, düşman şehre saldırınca mevzilere çekilinir ve köprü kapanır, mevzilerde dolaşılır ve ikamet edilir. Ancak mevzilere kimse erişemez”. 

Gezgin J.Barbaro da Hasankeyf’ten Siirt’e giderken Dicle üzerindeki tahta bir köprüden geçtiğini yazmıştır. Büyük olasılıkla bu köprü üzerinden geçmiştir. Barbaro, XV.yüzyılda geçtiği bu köprüyü şöyle tanımlamaktadır: “Köprünün kemeri o kadar yüksek ve geniştir ki, altından 300 fıçılık bir gemi bütün yelkenleri açık olarak geçebilir. Gerçekten, çok kere köprünün üzerinde durup nehre baktığım zamanlar, bu kadar yükseklikten dolayı bana korku gelirdi. Köprü fevkalade ve kayda şayan özelliktedir”. 

Köprü sivri kemerli olup, batıdan doğuya doğru 15, 22, 40, 22 m. ölçüsünde kemer açıklıkları bulunmaktadır. Buradaki 40 m.lik açıklık bölgedeki en büyük kemer açıklığıdır. Batıdaki ayağın kalınlığı 8.90 m.dir. Köprünün boyunun 100 m.den fazla olduğu sanılmaktadır. Ayrıca köprü ayaklarına üçgen ve yuvarlak şekillerde selyaranlar yapılmıştır. Ayak temellerinin üst seviyesinden yukarıya doğru kemerli, küçük oda boşlukları yapılmıştır. 

Köprü ayaklarının üzerinde yıpranmış bazı kabarma şekiller vardır. Bunları ilk defa Reybaut L.Taylor görmüş ve parsa benzetmiştir. Ayakların her bir yüzü üzerinde üçer adet olmak üzere dört cephesinde sayıları 12’yi bulmaktadır. Ancak bunların büyük çoğunluğu yok olmuş, yıpranmış ve silinmiştir. Taylor, bunların her birinde insan vücudunun alt kısmı ve bacaklarını görmüştür.

2015 Yılında restorasyon çalışması bahanesiyle çelik kafeslere hapsedilen...

Fotoğraf : İsmail AYDIN

Hasankeyf - Yeni Köprü

Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır. Hasankeyf höyüğünde yapılan çalışmalarda 3.500 yıldan 12.000 yıl öncesine kadar arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır. Yerleşim, Yukarı Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde ve Dicle nehrinin kenarında kurulmuş olması nedeniyle stratejik bir öneme sahipti. MS 2. ve 3. yüzyıllarda sınır yerleşimi olarak Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiştir. Diyarbakır ve çevresini ele geçiren Roma İmparatoru II. Konstantius, bölgeyi Sasanilerden korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir. MS 363 yılında inşa edilen kale uzun süre Roma ve Bizans egemenliğinde kaldı. Hıristiyanlığın bölgede 4. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamasından sonra yerleşim Süryani piskoposluğunun merkezi durumuna geldi. Kadıköy Konsülü tarafından MS 451 yılında Hasankeyf’teki piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiştir. Hasankeyf 640 yılında, Halife Ömer döneminde İslâm ordusu tarafından ele geçirildi. Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler ve Mervaniler egemenliğinde kalan yerleşim 1102 yılında Artuklular tarafından ele geçirilmiştir. Artuklu beyliği' nin 1102-1232 yılları arasında başkentliğini yapan Hasankeyf, en parlak dönemini bu tarihlerde yaşamıştır. Artuklular döneminde imar edilerek kale kasabası özelliğinden kurtulup şehir haline geldi. 1232 yılında Eyyubiler tarafından ele geçirilen yerleşim, 1260 Moğollarca ele geçirildi ve tahrip edildi.Hasankeyf' in Eyyubi hakimi Hülagü' ye bağlılığını bildirerek şehirdeki egemenliğini devam ettirebildi. Hasankeyf, 14. yüzyılda önemli bir şehir olma özelliğini korumakla birlikte eski parlak günlerine kavuşamadı. 1462 yılında Uzun Hasan tarafından ele geçirilen şehir Akkoyunlu topraklarına katıldı. Akkoyunlular' ın zayıflamasıyla 1482 yılında Hasankeyf' te Eyyubi emirlerinin yönetimi yeniden başlamıştır. Bir süre sonra Safeviler' in denetimine geçen yerleşim, 1515 tarihinde Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1524 yılına kadar Osmanlı yönetimine bağlı Eyyubi yöneticiler tarafından idare edilen Hasankeyf, bu tarihten itibaren Osmanlı idarecileri tarafından yönetilmeye başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren ana ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı-İran savaşları sonucunda ticarette görülen duraklama neticesinde şehir önemini yitirdi. 1867 yılından sonra Mardin Midyat’a bağlı olan yerleşim, 1926 yılında Gerçüş ilçesine bağlanmıştır. 1990 yılında Batman'ın il olmasıyla ilçe bu şehre bağlanmıştır.




Fotoğraf : İsmail AYDIN

20 Kasım 2015 Cuma

Selfie

Mezar başında selfie. Konya

Fotoğraf : İsmail AYDIN

1 Kasım 2015 Pazar

1 Nisan 2015

Çay ocaklarını neden severim bilir misiniz? Severim çünkü çay ocakları sokağa sandalye atarlar ve ben o sandalyelere oturunca hayatımı sokağa kusmuş hissederim. Bu sene çok uzun yıllardır gitmediğim kadar çay ocaklarına gittim. Domino oynayan, satranç oynayan pek kimse kalmadığını fark ettim. Herkes alelacele çaylarını yudumluyor ve sadece konuşuyor. Eskiden daha çok kahkaha sesi duyardım çay ocaklarında, sanırım herkes benim gibi hayatını sokağa kusmaya geliyor buralara…
Evet, bugün bir yaş daha yaşlandım, yaşlandığım bu yılın çok garip bir yıl olduğuna hiç şüpheniz olmasın. Fakat herşeye rağmen, bugün beni gülümseten herkese minnettarım. Herkese çok teşekkür ederim.

İnsan ve Doğa için BARIŞ

25 Ekimde Hasankeyfe padel çeviren gençlerin sloganı; 
İnsan ve Doğa İçin Barış!
Diyarbakır Tigris Bisiklet ve Özel Sporcular Kulübü 25 Ekim'de Batman'dan Hasankeyf'e İnsan ve Doğa İçin Barış sloganıyla bisiklet sürerek başarılı bir etkinlik gerçekleştirdi. 

Fotoğraf: İsmail AYDIN